Verflossen ist das Gold der Tage,
Des Abends braun und blaue Farben:
Des Hirten sanfte Flöten starben
Des Abends blau und braune Farben
Verflossen ist das Gold der Tage.
Akıp gitti günlerin yaldızı,
Akşamın kahve ve mavi renkleri:
Çobanın şirin kaval sesleri sona erdi
Akşamın mavi ve kahverenkleri
Akıp gitti günlerin yaldızı.
Resedenduft durchs kranke Fenster irrt;
Ein alter Platz, Kastanien schwarz und wüst.
Das Dach durchbricht ein goldener Strahl und fließt
Auf die Geschwister traumhaft und verwirrt.
Im Spülicht treibt Verfallnes, leise girrt
Der Föhn im braunen Gärtchen; sehr still genießt
Ihr Gold die Sonnenblume und zerfließt.
Durch blaue Luft der Ruf der Wache klirrt.
Resedenduft. Die Mauern dämmern kahl.
Der Schwester Schlaf ist schwer. Der Nachtwind wühlt
In ihrem Haar, das mondner Glanz umspült.
Der Katze Schatten gleitet blau und schmal
Vom morschen Dach, das nahes Unheil säumt,
Die Kerzenflamme, die sich purpurn bäumt.
Rezede kokusu şaşırıp geçiyor hasta pencereden;
Kestane karası ve ıssız, eski bir meydan.
Altın bir ışık kırıyor evin damını
Ve kardeşlerin üstüne akıyor rüya gibi ve karıştırıyor kafaları.
Çürük şeyler yüzüyor bulaşık suyunda, Kahverengi
Bahçede sessizce ötüyor küçük esinti;
Çok sakin tadını çıkarıyor altınının ayçiçeği
Ve eriyip gidiyor. Mavi havada buz gibi çatırdıyor bekçinin sesi.
Çıplak alacakaranlıklaşıyor duvarlar. Rezede kokusu.
Kız kardeşin ağır uykusu. Karıştırıyor gece rüzgarı
Onun saçlarını, duruluyor ay parlaklığı.
Çürük çatıda kayıyor kedinin gölgesi dar ve mavi
Çatı eteklerinde topluyor yakın felaketi,
Kendini mor kabartan mum alevi.
Verhallend eines Gongs braungoldne Klänge -
Ein Liebender erwacht in schwarzen Zimmern
Die Wang' an Flammen, die im Fenster flimmern.
Am Strome blitzen Segel, Masten, Stränge.
Ein Mönch, ein schwangres Weib dort im Gedränge.
Guitarren klimpern, rote Kittel schimmern.
Kastanien schwül in goldnem Glanz verkümmern;
Schwarz ragt der Kirchen trauriges Gepränge.
Aus bleichen Masken schaut der Geist des Bösen.
Ein Platz verdämmert grauenvoll und düster;
Am Abend regt auf Inseln sich Geflüster.
Des Vogelfluges wirre Zeichen lesen
Aussätzige, die zur Nacht vielleicht verwesen.
Im Park erblicken zitternd sich Geschwister.
Giderek kaybolan altın kahverengi bir gonk sesi -
Kara odada uyanıyor aşığın birisi
Yanıp sönyor pencerede, alevli yanaklar.
Nehirde parlıyor yelkenler, direkler, halatlar.
Bir keşiş, itiş kakış, hamile bir kadın orada.
Gitar tıngırtısı, kırmızı önlükler parlamakta.
Nemli kestaneler köreliyor altın parıltısında;
Yükseliyor kilisenin hazin debdebesi kara.
Soluk maskelerden bakıyor kötünün ruhu.
Bir meydan alacakaranlıklaşıyor korkunç ve hüzünlü;
Akşamleyin çöküyor adalara dedikodu.
Karışık kuş uçuş işaretlerini okumak
Cüzzamlılar, belki gecede çürüyecek.
Parkta bakışıyor kardeşler titreyerek.
Ein Strauch voll Larven; Abendföhn im März;
Ein toller Hund läuft durch ein ödes Feld
Durchs braune Dorf des Priesters Glocke schellt;
Ein kahler Baum krümmt sich in schwarzem Schmerz.
Im Schatten alter Dächer blutet Mais;
O Süße, die der Spatzen Hunger stillt.
Durch das vergilbte Rohr bricht scheu ein Wild.
O Einsamstehn vor Wassern still und weiß.
Unsäglich ragt des Nußbaums Traumgestalt.
Den Freund erfreut der Knaben bäurisch Spiel.
Verfallene Hütten, abgelebt′ Gefühl;
Die Wolken wandern tief und schwarz geballt
Mart ayında akşam esintisi, tırtıl dolu bir çalı ;
Kaçık bir köpek dolaşıyor çorak bir tarlada
Kahverengi köyün içinde çınlıyor papazın çanı;
Yapraksız bir ağaç eğiliyor gizli acıyla.
Eski çatıların gölgesinde mısır kanıyor;
Serçelerin açlığını gideren ah güzellik.
Sararmiş sazlığı ürkek bir hayvan yarıyor.
Suların önünde sessiz ve beyaz ah yalnızlık.
Fındık ağacının yükseliyor tarifsiz masal şekli.
Arkadaşını sevindiriyor oğlanın köylü oyunu.
Harap olmuş kulübeler, geçti ömrüm duygusu;
Dolaşıyor bulutlar derin ve siyah yüklü.
Die Uhr, die vor der Sonne fünfe schlägt -
Einsame Menschen packt ein dunkles Grausen.
Im Abendgarten morsche Bäume sausen;
Des Toten Antlitz sich am Fenster regt.
Vielleicht daß diese Stunde stillesteht.
Vor trüben Augen nächtige Bilder gaukeln
Im Takt der Schiffe, die am Flusse schaukeln;
Am Kai ein Schwesternzug vorüberweht.
Es scheint, man hört der Fledermäuse Schrei,
Im Garten einen Sarg zusammenzimmern.
Gebeine durch verfallne Mauern schimmern
Und schwärzlich schwankt ein Irrer dort vorbei.
Ein blauer Strahl im Herbstgewölk erfriert.
Die Liebenden im Schlafe sich umschlingen,
Gelehnet an der Engel Sternenschwingen,
Des Edlen bleiche Schläfe Lorbeer ziert.
Saat beşi gösteriyor güneşin önünde -
Yalnız insanlar karanlık bir dehşetin pençesinde.
Sallanıyor çürük ağaçlar akşamın bahçesinde;
Ölünün suratı kımıldatıyor kendini pencerede.
Bu saat hâlâ duruyor belki de.
Bulanık gözlere gece resimleri hile
Nehir kenarında sallanan teknelerin ritminde;
Rıhtımda rüzgar gibi geçiyor bir sürü rahibe.
Sanki yarasa çığlıklarını duyuyor insan,
Bahçede bir tabut hazırlamak tahtadan.
Kemikler parlıyor yıkılan duvarların arasından
Ve bir deli karamsar sendeleyip gidiyor oradan.
Mavi bir ışık donuyor sonbahar bulutlarında.
Birbirine sarılıyor sevenler uykuda,
Yıldız sallıyor, dayamış sırtını meleklere,
Asilin soluk şakaklarını süslüyor defne.
Der dunkle Herbst kehrt ein voll Frucht und Fülle,
Vergilbter Glanz von schönen Sommertagen.
Ein reines Blau tritt aus verfallener Hülle;
Der Flug der Vögel tönt von alten Sagen.
Gekeltert ist der Wein, die milde Stille
Erfüllt von leiser Antwort dunkler Fragen.
Und hier und dort ein Kreuz auf ödem Hügel;
Im roten Wald verliert sich eine Herde.
Die Wolke wandert übern Weiherspiegel;
Es ruht des Landmanns ruhige Geberde.
Sehr leise rührt des Abends blauer Flügel
Ein Dach von dürrem Stroh, die schwarze Erde.
Bald nisten Sterne in des Müden Brauen;
In kühle Stuben kehrt ein still Bescheiden
Und Engel treten leise aus den blauen
Augen der Liebenden, die sanfter leiden.
Es rauscht das Rohr; anfällt ein knöchern Grauen,
Wenn schwarz der Tau tropft von den kahlen Weiden.
Loş sonbahar geliyor bolluk ve bereketle,
Güzel yaz günlerinin solmuş pırıltısı.
Düşen kabuklardan doğuyor saf bir mavi;
Eski efsaneleri çınlatıyor kuşların uçuşu
Şaraplar yapıldı, köpüksüz ve ince
Karanlık soruların sessiz cevaplarıyla dolu.
Bir kaç hac serpiştirilmiş tenha tepelere:
Sürünün biri yolunu şaşırıyor kıızıl ormanda.
Bir bulut geziniyor göletin aynasında:
Köylünün sakin tavırları istirahatte.
Çok sessiz kıpırdıyor akşamın mavi kanatları
Kara toprak, kuru saplardan bir çatı.
Yakında yuva yapacak yıldızlar yorgun kaşlara;
Suskun bir tevazu gelecek soğuk odalara
Melekler çıkacak sessizce,
Daha az acı çeken sevenlerin mavi gözlerinden
Sazlık uğulduyor sıska bir dehşetin üstüne,
Damlarken çiyin karası, çıplak söğüt dallarından.
Am Abend, wenn die Glocken Frieden läuten,
Folg ich der Vögel wundervollen Flügen,
Die lang geschart, gleich frommen Pilgerzügen,
Entschwinden in den herbstlich klaren Weiten.
Hinwandelnd durch den dämmervollen Garten
Träum ich nach ihren helleren Geschicken
Und fühl der Stunden Weiser kaum mehr rücken.
So folg ich über Wolken ihren Fahrten.
Da macht ein Hauch mich von Verfall erzittern.
Die Amsel klagt in den entlaubten Zweigen.
Es schwankt der rote Wein an rostigen Gittern,
Indes wie blasser Kinder Todesreigen
Um dunkle Brunnenränder, die verwittern,
Im Wind sich fröstelnd blaue Astern neigen.
Akşamleyin, çanlar çaldığında barışı,
Takip ediyorum kuşların muhteşem uçuşlarını,
Hacca gidiyorlar sanki toplanmışlar upuzun,
Şeffaf enginliğinde yok oluyorlar sonbaharın.
Değişerek alacakaranlıkla dolmuş bahçeye
Hayal ediyorum daha parlak becerilerini
Ve bilgelikten saatlerin geçişini hissetmiyorum bile.
Uçtum böyle onların yollarından, bulutların üstünde.
Bir nefes çürümüşlükle titretti beni orada.
Kara bakalın yakarışı yapraksız dallarda.
Yalpalıyor kırmızı şarap paslı parmaklıklarda,
Fakat soluk benli çocukların ölüm halayı gibi
Soğukluyorlar kuyunun karanlık ağızında,
Soğuktan titreyerek eğiliyor kış patıları rüzgarda.
Es ist ein Stoppelfeld, in das ein schwarzer Regen fällt.
Es ist ein brauner Baum, der einsam dasteht.
Es ist ein Zischelwind, der leere Hütten umkreist.
Wie traurig dieser Abend.
Am Weiler vorbei
Sammelt die sanfte Waise noch spärliche Ähren ein.
Ihre Augen weiden rund und goldig in der Dämmerung
Und ihr Schoß harrt des himmlischen Bräutigams.
Bei der Heimkehr
Fanden die Hirten den süßen Leib
Verwest im Dornenbusch.
Ein Schatten bin ich ferne finsteren Dörfern.
Gottes Schweigen
Trank ich aus dem Brunnen des Hains.
Auf meine Stirne tritt kaltes Metall
Spinnen suchen mein Herz.
Est ist ein Licht, das in meinem Mund erlöscht.
Nachts fand ich mich auf einer Heide,
Starrend von Unrat und Staub der Sterne.
Im Haselgebüsch
Klangen wieder kristallne Engel.
Bir anız taralsı var, bir yağmur düşüyor içine kara.
Kahverengi bir ağaç var, orada yalnız durmakta.
Bir ıslık rüzgarı var, boş kulübeleri dolaşmakta.
Ne kadar da üzgün bu akşam.
Geçip mezrayı
Topluyor uslu yetim kız tek tük buğday başaklarını.
Alacakaranlıkta yuvarlak ve şirin otluyor gözleri
Ve göksel damadı bekliyor kucağı.
Ev dönüşü
Çobanlar buldu sevimli,
Dikenli çalılarda çürümüş bedeni.
Ben karanlık köylerden uzakta bir gölgeyim.
Tanrının suskunluğunu
Korunun kuyusundan içmişim.
Soğuk metal tekmeliyor alnımı
Örümcekler arıyor kalbimi.
Önce bir ışık var, sönüyor ağızımda.
Gece kendimi buldum fundalıkta,
Çöp ve yıldız tozlarının dikizinde.
Fındık bahçesinde
Kristal melekler seslendi yine.
O die roten Abendstunden!
Flimmernd schwankt am offenen Fenster
Weinlaub wirr ins Blau gewunden,
Drinnen nisten Angstgespenster.
Staub tanzt im Gestank der Gossen.
Klirrend stößt der Wind in Scheiben.
Einen Zug von wilden Rossen
Blitze grelle Wolken treiben.
Laut zerspringt der Weiherspiegel.
Möven schrein am Fensterrahmen.
Feuerreiter sprengt vom Hügel
Und zerschellt im Tann zu Flammen.
Kranke kreischen im Spitale.
Bläulich schwirrt der Nacht Gefieder.
Glitzernd braust mit einem Male
Regen auf die Dächer nieder.
Ah bu kırmızı akşam saatleri!
Titreyerek ileri geri açık pencerenin önünde
Asma yaprakları karmakarışık dolanmış maviye,
İçeride yuva yapmış korkunun hayaletleri.
Oluğun leş kokusunda dans ediyor tozlar.
Çınlatıyor camları vuran rüzgar,
Vahşi atlardan oluşan bir tren var
Parlak bulutları kovalıyor yıldırımlar.
Gürültüyle çatlıyor göletin aynası
Çığlık atıyor martılar pencerelerde.
Patlıyor tepede ateşin atlısı
Ve parçalanıyor çam ağacında alevlere.
Hastanelerde hasta çığlıkları.
Mavimsi vızıldıyor gece kuşları.
Birden bire parıldayarak aşağıya
Boşalıyor yağmur evlerin çatılarına.
Wo im Schatten herbstlicher Ulmen der verfallene Pfad hinabsinkt,
Ferne den Hütten von Laub, schlafenden Hirten,
Immer folgt dem Wandrer die dunkle Gestalt der Kühle
Über knöchernen Steg, die hyazinthene Stimme des Knaben,
Leise sagend die vergessene Legende des Walds,
Sanfter ein Krankes nun die wilde Klage des Bruders.
Also rührt ein spärliches Grün das Knie des Fremdlings,
Das versteinerte Haupt;
Näher rauscht der blaue Quell die Klage der Frauen.
Güzün karaaçları gölgesinden aşağıya uzanan çökmüş patika,
Yaprak kulübeleriniden, uyuyan çobanlardan uzakta,
Takip eder gezgini serinliğin karanlık şekli daima
Sıska yaya köprüsü üstünde, oğlanın sümbül sesi,
Söyleyerek alçak sesle ormanın unutulan efsanesini,
Daha nazik bir hasta erkek kardeşinin vahşi ağıtı şimdi.
Böylece seyrek bir yeşil, karıştırır yabancının dizini,
Taşlaşmış Kafa;
Daha yakın gürlüyor mavi pınar kadınların ağıtına.
Elis, wenn die Amsel im schwarzen Wald ruft,
Dieses ist dein Untergang.
Deine Lippen trinken die Kühle des blauen Felsenquells.
Laß, wenn deine Stirne leise blutet
Uralte Legenden
Und dunkle Deutung des Vogelflugs.
Du aber gehst mit weichen Schritten in die Nacht,
Die voll purpurner Trauben hängt,
Und du regst die Arme schöner im Blau.
Ein Dornenbusch tönt,
Wo deine mondenen Augen sind.
O, wie lange bist, Elis, du verstorben.
Dein Leib ist eine Hyazinthe,
In die ein Mönch die wächsernen Finger taucht.
Eine schwarze Höhle ist unser Schweigen,
Daraus bisweilen ein sanftes Tier tritt
Und langsam die schweren Lider senkt.
Auf deine Schläfen tropft schwarzer Tau,
Das letzte Gold verfallener Sterne.
Elis, kara bakal çağırırsa karanlık ormandan,
İşte sonundur bu senin.
Mavi kaya pınarının serinliğini içiyor dudakların.
Bırak kanasın, sessizce alnın
Efsaneleri antik çağların
Ve karanlık yorumu kuş uçuşlarının.
Ama sen yumuşak adımlarla gidiyorsun geceye,
Sarkan mor üzümlerle dolu gece,
Ve kollarını daha güzel kımıldatıyorsun mavilikte.
Ses geliyor bir dikenli çalılıktan,
Ay gibi gözlerinin olduğu yerden.
Ah, ne zamandan beri, Elis, öldün sen.
Bir sümbüldür senin bedenin,
Bir keşiş içine batırır balmumu parmaklarını.
Bizim suskunluğumuz kara bir in,
Oradan bazen nazik bir hayvan çıkar
Ve yavaşça çöker ağır şarkılar.
Senin şakaklarına kara çiy damlar,
Düşmüş yıldızların son altını.
Vollkommen ist die Stille dieses goldenen Tags.
Unter alten Eichen
Erscheinst du, Elis, ein Ruhender mit runden Augen.
Ihre Bläue spiegelt den Schlummer der Liebenden.
An deinem Mund
Verstummten ihre rosigen Seufzer.
Am Abend zog der Fischer die schweren Netze ein.
Ein guter Hirt
Führt seine Herde am Waldsaum hin.
O! wie gerecht sind, Elis, alle deine Tage.
Leise sinkt
An kahlen Mauern des Ölbaums blaue Stille,
Erstirbt eines Greisen dunkler Gesang.
Ein goldener Kahn
Schaukelt, Elis, dein Herz am einsamen Himmel.
Ein sanftes Glockenspiel tönt in Elis' Brust -.
Am Abend,
Da sein Haupt ins schwarze Kissen sinkt.
Ein blaues Wild
Blutet leise im Dornengestrüpp.
Ein brauner Baum steht abgeschieden da;
Seine blauen Früchte fielen von ihm.
Zeichen und Sterne
Versinken leise im Abendweiher.
Hinter dem Hügel ist es Winter geworden.
Blaue Tauben
Trinken nachts den eisigen Schweiß,
Der von Elis' kristallener Stirne rinnt.
Immer tönt
An schwarzen Mauern Gottes einsamer Wind.
Bu altın günün sessizliği fevkalade.
Yaşlı meşelerin altında
Uyuyan birisi, Elis, sen gözüküyorsun yuvarlak gözlerinle.
Sevenlerin uykusunu yansıtıyor gözlerinin mavisi.
Senin ağazında
Lal oluyor sevenlerin tos pembe iç çekişleri.
Balıkçı ağır ağlarını akşamleyin çekti.
Eteklerine doğru ormanın
Götürüyor iyi bir çoban sürüsünü.
Ah! Nasıl da adil, Elis, senin bütün günlerin.
Yavaşça çöküyor
Mavi sessizlik zeytin ağacının çıplak duvarlarına,
Bir ihtiyarın hüzünlü şarkısı can çekişiyor.
Altın bir kayıktır
Senin kalbin, Elis, ıssız göklerde sallanır.
Aheste bir tınlak çalıyor Elis' in bağrında -
Geceleri,
Gömülüyor çünkü kafası siyah yastığa.
Bir mavi yabani
Sessizce kanıyor dikenli çalılıkta.
Kahverengi bir ağaç duruyor orada isole;
Mavi meyveleri düşmüş yere.
İşaretler ve yıldızlar sessizce
Batıyorlar akşam göletinin içine.
Tepenin arkasına kış geldi.
Güvercinler mavi
Geceleri içiyorlar buz gibi terleri,
Elis' in alnından düşenleri.
Sesleniyor daima
Tanrının yalnız rüzgarı, siyah duvarlarda.
Vom Schatten eines Hauchs geboren
Wir wandeln in Verlassenheit
Und sind im Ewigen verloren,
Gleich Opfern unwissend, wozu sie geweiht.
Gleich Bettlern ist uns nichts zu eigen,
Uns Toren am verschlossnen Tor.
Wie Blinde lauschen wir ins Schweigen,
In dem sich unser Flüstern verlor.
Wir sind die Wandrer ohne Ziele,
Die Wolken, die der Wind verweht,
Die Blumen, zitternd in Todeskühle,
Die warten, bis man sie niedermäht.
II
Dass sich die letzte Qual an mir erfülle,
Ich wehr' euch nicht, ihr feindlich dunklen Mächte.
Ihr seid die Straße hin zur großen Stille,
Darauf wir schreiten in die kühlsten Nächte.
Es macht mich euer Atem lauter brennen,
Geduld! Der Stern verglüht, die Träume gleiten
In jene Reiche, die sich uns nicht nennen,
Und die wir traumlos dürfen nur beschreiten.
III
Du dunkle Nacht, du dunkles Herz,
Wer spiegelt eure heiligsten Gründe,
Und eurer Bosheit letzte Schlünde?
Die Maske starrt vor unserm Schmerz -
Vor unserm Schmerz, vor unsrer Lust
Der leeren Maske steinern Lachen,
Daran die irdnen Dinge brachen,
Und das uns selber nicht bewusst.
Und steht vor uns ein fremder Feind,
Der höhnt, worum wir sterbend ringen,
Dass trüber unsre Lieder klingen
Und dunkel bleibt, was in uns weint.'
IV
Du bist der Wein, der trunken macht,
Nun blut ich hin in süßen Tänzen
Und muss mein Leid mit Blumen kränzen!
So will's dein tiefster Sinn, o Nacht!
Ich bin die Harfe in deinem Schoß,
Nun ringt um meine letzten Schmerzen
Dein dunkles Lied in meinem Herzen
Und macht mich ewig, wesenlos.
V
Tiefe Ruh - o tiefe Ruh!
Keine fromme Glocke läutet,
Süße Schmerzensmutter du -
Deinen Frieden todgeweitet.
Schließ mit deinen kühlen, guten
Händen alle Wunden zu -
Dass nach innen sie verbluten -
Süße Schmerzensmutter - du!
VI
O lass mein Schweigen sein dein Lied!
Was soll des Armen Flüstern dir,
Der aus des Lebens Gärten schied?
Lass namenlos dich sein in mir -
Die traumlos in mir aufgebaut,
Wie eine Glocke ohne Ton,
Wie meiner Schmerzen süße Braut
Und meiner Schlafe trunkner Mohn.
VII
Blumen hörte ich sterben im Grund
Und der Bronnen trunkne Klage
Und ein Lied aus Glockenmund,
Nacht, und eine geflüsterte Frage;
Und ein Herz - o todeswund,
Jenseits seiner armen Tage.
VIII
Das Dunkel löschte mich schweigend aus,
Ich ward ein toter Schatten im Tag -
Da trat ich aus der Freude Haus
In die Nacht hinaus.
Nun wohnt ein Schweigen im Herzen mir,
Das fühlt nicht nach den öden Tag -
Und lächelt wie Dornen auf zu dir,
Nacht - für und für!
IX
O Nacht, du stummes Tor vor meinem Leid,
Verbluten sieh dies dunkle Wundenmal
Und ganz geneigt den Taumelkelch der Qual!
O Nacht, ich bin bereit!
O Nacht, du Garten der Vergessenheit
Um meiner Armut weltverschloss'nen Glanz,
Das Weinlaub welkt, es welkt der Dornenkranz.
O komm, du hohe Zeit!
X
Es hat mein Dämon einst gelacht,
Da war ich ein Licht in schimmernden Gärten,
Und hatte Spiel und Tanz zu Gefährten
Und der Liebe Wein, der trunken macht.
Es hat mein Dämon einst geweint.
Da war ich ein Licht in schmerzlichen Gärten
Und hatte die Demut zum Gefährten,
Deren Glanz der Armut Haus bescheint.
Doch nun mein Dämon nicht weint noch lacht,
Bin ich ein Schatten verlorener Gärten
Und habe zum todesdunklen Gefährten
Das Schweigen der leeren Mitternacht.
XI
Mein armes Lächeln, das um dich rang,
Mein schluchzendes Lied im Dunkel verklang.
Nun will mein Weg zu Ende gehn.
Laß treten mich in deinen Dom
Wie einst, ein Tor, einfältig, fromm,
Und stumm anbetend vor dir stehn.
XII
Du bist in tiefer Mitternacht
Ein totes Gestade an schweigendem Meer,
Ein totes Gestade: Nimmermehr!
Du bist in tiefer Mitternacht.
Du bist in tiefer Mitternacht
Der Himmel, in dem du als Stern geglüht,
Ein Himmel, aus dem kein Gott mehr blüht.
Du bist in tiefer Mitternacht.
Du bist in tiefer Mitternacht
Ein Unempfangner in süßem Schoß,
Und nie gewesen, wesenlos!
Du bist in tiefer Mitternacht.
Doğmuşuz bir nefesin gölgesinde
Yürüyoruz terk edilmişlikte
Ve kaybolmuşuz ebediyette,
Neye adandığını bilmeyen kurbanlar gibi.
Hiç bir malımız yok dilenciler misali,
Kapalı kapılar önündeki budalayız.
Körlerin suskunluğu dinlediği gibi,
Kendini kaybetimiş içinde fısıltımız.
Hedefleri olmayan gezginleriz,
Rüzgardan savrulan bulutuz,
Bekler biçilecekleri zamanı,
Ölümcül soğukta titreyen çiçekleriz.
II
Son ızdırap da gelsin benim başıma,
Ey düşman kötü güçler, etmem kendimi müdafa.
Büyük sessizliğe giden yolsunuz siz,
En soğuk gecelerde üstünüzde gezeriz.
Daha sesli yanmamı sağlıyor nefesiniz,
Sabredin! Kayıyor hayaller, sönüyor yıldız
Adını bize söylemeyen diyarlara,
Ve sadece hayelsiz gidebiliriz oralara.
III
Ey kötü kalp, ey kötü gece,
Kim yansıtıyor en kutsal nedenlerinizi,
Ve kötülüklerinizin son gırtlaklarını?
Acımızın karşısında dona kalır maske -
Acılarımızın, zevkimizin önünde
Boş maskelerin gülüşleri taştan,
Yıkıldı dünyevi şeyler bundan
Ve biz farkında bile olmadan.
Ve varsa karşımızda yabancı bir düşman,
Neden ölürken güreşiyoruz diye alay eden,
Şarkımız daha bulanık duyulsun
Ve gözükmesin diye içimizdeki ağlayan.
IV
İnsanı sarhoş eden, şarapsın sen,
Tatlı danslarla kan kaybediyorum ben
Ve çiçeklerle taçlandırmalıyım acılarımı!
Ey gece, bunu istiyor senin en derin manan!
Bir lirim ben, kucağında senin,
Şimdi son acılarımla savaşıyor
Kalbimde senin karanlık şarkın
Ve beni sonsuz, cansız ediyor.
V
Derin huzur - ey derin huzur!
Çalmıyor hiçbir dindar çan,
Acıların tatlı anası sen -
Can çekişiyor barışın için.
Ellerin güzel ve serin,
Kapat ki acıları bütün -
İçimize doğru kanasın-
Acıların tatlı anası - sen!
VI
Sessizliğim olsun şarkın!
Nedir sana fısıltısı bu fakirin,
Göçmüş hayatın bahçelerinden?
İsimsiz ol benim içimde sen -
Rüyasız büyüttüm seni
İçimde, sessiz bir çan gibi,
Sanki acılarımın tatlı gelini
Ve uykumun sarhoş gelinciği.
VII
Duydum toprakta ölen çiçekleri
Ve kuyunun sarhoş şikayetini
Ve çan ağızından bir şarkı,
Fısıldanmış bir soru ve gece
Ve bir kalp - ah ölümcül yaralı,
Zavallı günlerinin ötesinde.
VIII
Susarak karanlık söndürdü beni,
Ölü bir gölgeydim ben gündüzleri-
Çıktım neşe evinden dışarı
Gecenin içine doğru.
Artık bir suskunluk oturuyor kalbimde,
Basit günleri çekmiyor onun canı-
Ve diken gibi gülümsüyor sana yukarı,
Her gece, her gece!
IX
Ey gece, acılarımın önündeki suskun kapı
Gör bu koyu yara izinin kanayışını
Ve tanrı elinden, tam meyilli acıların kadehine!
Hazırım ben, ey gece!
Ey gece, unutulma bahçesi sen
Dünyaya kapalı fakirliğimin cilası,
Soluyor asma yaprağı, soluyor dikenli tacı.
Gel artık, ey sen yüce zaman!
X
Gülmüştü bir zamanlar şeytanım,
O zaman pırıldayan bahçelerde bir ışıktım,
Ve eşlik etti bana dans ve oyun
Ve aşk şarabı, insanı sarhoş eden.
Ağlamıştı bir zamanlar şeytanım.
O zaman acıların bahçesinde bir ışıktım
Ve tevazu bana eşlik etti,
Pırıltısı aydınlatır fakir evleri.
Ama şimdi gülmez ne de ağlar şeytanım
Kaybolmuş bahçelerin gölgesiyim
Ve eşlik ediyor bana ölüm karası
Gece yarısının boş suskunluğu.
XI
Senin için savaştı zavallı gülüşüm,
Karanlıkta kayboldu hıçkıran şarkım.
Artık sona ermek istiyor benim yolum.
Bırak katedraline gireyim senin
Eskisi gibi budala, saf, inanan,
Ve önünde sessizce dua edip duran.
XII
Gece yarısının derinliğindesin
Suskun denizde ölü bir sahil,
Yok artık asla: Ölü bir sahil!
Gece yarısının derinliğindesin.
Gece yarısının derinliğindesin
Bir zamanlar yıldız olarak söndüğün o gökyüzü,
Artık hiçbir tanrının çiçek açmadığı bir gökyüzü.
Gece yarısının derinliğindesin.
Gece yarısının derinliğindesin
Tatlı anarahime hiç düşmemiş,
Ve cansızsın, hiç yaşamamış!
Gece yarısının derinliğindesin.
1
Es dämmert. Zum Brunnen gehn die alten Fraun.
Im Dunkel der Kastanien lacht ein Rot.
Aus einem Laden rinnt ein Duft von Brot
Und Sonnenblumen sinken übern Zaun.
Am Fluß die Schenke tönt noch lau und leis.
Guitarre summt; ein Klimperklang von Geld.
Ein Heiligenschein auf jene Kleine fallt,
Die vor der Glastür wartet sanft und weiß.
O! blauer Glanz, den sie in Scheiben weckt,
Umrahmt von Dornen, schwarz und starrverzückt.
Ein krummer Schreiber lächelt wie verrückt
Ins Wasser, das ein wilder Aufruhr schreckt.
2
Am Abend säumt die Pest ihr blau Gewand
Und leise schließt die Tür ein finstrer Gast.
Durchs Fenster sinkt des Ahorns schwarze Last;
Ein Knabe legt die Stirn in ihre Hand.
Oft sinken ihre Lider bös und schwer.
Des Kindes Hände rinnen durch ihr Haar
Und seine Tränen stürzen heiß und klar
In ihre Augenhöhlen schwarz und leer.
Ein Nest von scharlachfarbnen Schlangen bäumt
Sich träg in ihrem aufgewühlten Schoß.
Die Arme lassen ein Erstorbenes los,
Das eines Teppichs Traurigkeit umsäumt.
3
Ins braune Gärtchen tönt ein Glockenspiel.
Im Dunkel der Kastanien schwebt ein Blau,
Der süße Mantel einer fremden Frau.
Resedenduft; und glühendes Gefühl
Des Bösen. Die feuchte Stirn beugt kalt und bleich
Sich über Unrat, drin die Ratte wühlt,
Vom Scharlachglanz der Sterne lau umspült;
Im Garten fallen Äpfel dumpf und weich.
Die Nacht ist schwarz. Gespenstisch bläht der Föhn
Des wandelnden Knaben weißes Schlafgewand
Und leise greift in seinen Mund die Hand
Der Toten. Sonja lächelt sanft und schön.
LANETLİLER
1
Alacakaranlık. İhtiyar kadınlar gidiyor çeşmeye.
Kestane ağaçlarının karanlığında gülüyor bir kırmızı.
Dükkanın birinden sızan ekmek kokusu
Ve günebakan çiçekleri çöküyor çitin üstüne.
Ilık ve yavaş sesleniyor nehir kıyısındaki büfe.
Mırıldıyor gitar; demir para sesleri.
Bir hale düşüyor küçük kızın üstüne,
Nazik ve beyaz bekleyen, cam kapının önüne.
Kızın dilim, dilim uyandırdığı ah mavi parıltı !
Dikenlerle çevrili, kara ve mest donakalmış.
Kambur katibin biri gülümsüyor deli gibi
Suya, vahşi bir isyandan korkutulmuş.
2
Akşamleyin bela sarıyor kızın mavi elbisesinin eteklerini
Ve sessizce kapatıyor daha karanlık bir misafir kapıyı.
Pencereden çöküyor çınarın kara yükü içeri;
Oğlanın biri kızın avucuna koyuyor alnını.
Çoğu kez çöküyor kızın kötü ve ağır şarkıları.
Saçlarından akıyor çocuğun elleri
Ve dökülüyor gözünün sıcak ve duru yaşları
Boş ve kara, göz çukurlarının içine.
Kabarıyor kızıl renkli bir sürü yılan
Taşıyor çalkalanmış kucağında kızın.
Serbest bırakıyor kollar öleni
Sarıyor bir halının mutsuz eteklerini.
3
Kahverengi küçük bahçeye sesleniyor bir çan sesi.
Kestane ağaçlarının karanlığında süzülüyor bir mavi,
Yabancı bir kadının tatlı mantosu.
Muhabbet çiçeği kokusu ve kötünün ateşli duygusu.
Soğuk ve soluk eğiliyor ıslak alnı
Bir farenin karıştırdığı ıvır zıvırın üstüne,
Yıldızların kızıl parlaklığıyla ılık yıkanışı;
Elmalar boğuk ve yumuşak düşüyor bahçede.
Gece karanlık. Hayalet gibi üflüyor rüzgar
Gezgin oğlanın beyaz geceliği
Ve sessizce yakalıyor ağzını ölülerin eli.
Sonja gülümsüyor nazik ve güzel.
Mit gelben Birnen hänget
Und voll mit wilden Rosen
Das Land in den See,
Ihr holden Schwäne;
Und trunken von Küssen
Tunkt ihr das Haupt
Ins heilignüchterne Wasser.
Weh mir, wo nehm' ich, wenn
Es Winter ist, die Blumen, und wo
Den Sonnenschein
Und Schatten der Erde?
Die Mauern stehn
Sprachlos und kalt, im Winde
Klirren die Fahnen.
Sarı armutlarla yüklü
Ve yaban gülleriyle dolmuş
Gölün içindeki ada.
Siz kuğular talihli
Ve buselerden sarhoş;
Bandırıyorsunuz başınızı
Mukaddes sakin suya.
Eyvah! Nereden bulurum
Kış olunca çiçekleri,
Nereden bulurum
Güneşin şavkını
Ve dünyanın gölgelerini?
Duvarlar dilsiz ve soğuk duruyor,
Rüzgarda bayrakların buzu çatırdıyor.
Ist nicht heilig mein Herz, schöneren Lebens voll,
Seit ich liebe? warum achtetet ihr mich mehr,
Da ich stolzer und wilder,
Wortereicher und leerer war?
Ach! der Menge gefällt, was auf den Marktplatz taugt,
Und es ehret der Knecht nur den Gewaltsamen;
An das Göttliche glauben
Die allein, die es selber sind.
Kalbim dolu daha güzel canla,
Sevdim seveli, kutsal değil mi?
Henüz geveze ve boş iken, yaban ve kibirli,
Neden daha fazla saygı duyardınız bana?
Pazarlanabilendir kalabalığın beğendiği
Ve zorbayadır sadece uşağın hörmeti;
Tanrısallığa inananlar
Ancak kendileri de ilâhi olanlardır.
Du schweigst und duldest, und sie verstehn dich nicht,
Du heilig Leben ! welkest hinweg und schweigst,
Denn ach, vergebens bei Barbaren
Suchst du die Deinen im Sonnenlichte,
Die zärtlichgroßen Seelen, die nimmer sind!
Doch eilt die Zeit. Noch siehet mein sterblich Lied
Den Tag, der, Diotima! nächst den
Göttern mit Helden dich nennt, und dir gleicht.
Sen sabrediyor ve susuyorsun
Ey aziz can! Onlar anlamıyorlar seni,
Solup gidiyor ve susuyorsun,
Ah boşuna barbarlar arasında arıyorsun
Güneşin şavkında seninkileri.
Yok artık o hassas yüce canlar!
Yine de acele ediyor zaman.
Seni kahramanlı tanrılara yakın ve eş sayan,
Benim ölümlü şarkım, Diotima gününü görsün tekrar.
Froh der süßen Augenweide
Wallen wir auf grüner Flur;
Unser Priestertum ist Freude,
Unser Tempel die Natur; –
Heute soll kein Auge trübe,
Sorge nicht hienieden sein!
Jedes Wesen soll der Liebe,
Frei und froh, wie wir, sich freun!
Höhnt im Stolze, Schwestern, Brüder!
Höhnt der scheuen Knechte Tand!
Jubelt kühn das Lied der Lieder,
Festgeschlungen Hand in Hand!
Steigt hinauf am Rebenhügel,
Blickt hinab ins weite Tal!
Überall der Liebe Flügel,
Hold und herrlich überall!
Liebe bringt zu jungen Rosen
Morgentau von hoher Luft,
Lehrt die warmen Lüfte kosen
In der Maienblume Duft;
Um die Orione leitet
Sie die treuen Erden her,
Folgsam ihrem Winke, gleitet
Jeder Strom ins weite Meer;
An die wilden Berge reihet
Sie die sanften Täler an,
Die entbrannte Sonn erfreuet
Sie im stillen Ozean;
Siehe! mit der Erde gattet
Sich des Himmels heilge Lust,
Von den Wettern überschattet
Bebt entzückt der Mutter Brust.
Liebe wallt durch Ozeane,
Höhnt der dürren Wüste Sand,
Blutet an der Siegesfahne
Jauchzend für das Vaterland;
Liebe trümmert Felsen nieder,
Zaubert Paradiese hin –
Lächelnd kehrt die Unschuld wieder,
Göttlichere Lenze blühn.
Mächtig durch die Liebe, winden
Von der Fessel wir uns los,
Und die trunknen Geister schwinden
Zu den Sternen, frei und groß!
Unter Schwur und Kuß vergessen
Wir die träge Flut der Zeit,
Und die Seele naht vermessen
Deiner Lust, Unendlichkeit!
Tatlı göz ziyafetine şükür
Coşuyoruz yeşil koridorda;
Bizim rahipligimiz neşe,
Bizim ibadethanemiz doğa;-
Bugün hiçbir göz bulanık,
Olmasın içinde bir endişe!
Bizim kadar mutlu ve özgür,
Sevinsin aşka her mahluk!
Kardeşler, bacılar alay edin gururla
Ürkek uşakların ıvır zıvırıyla!
Haykırın şarkıların şarkısını cesurca,
Sımsıkı kenetlenerek el ele!
Çıkın bağlık tepelerin üstüne,
Bakın aşağıdaki geniş vadiye!
Aşkın kanatları her yerde,
Her yer sevgili, her yer şahane!
Aşk getirir genç güllere
Yükseklerden sabahın çiyini,
Öğretir sıcak havayı tatmayı
Mayıs çiçeklerinin kokuları içinde;
Getirir vefakâr toprakları
Orione' den buralara,
Takip ederek kıvrımlarını,
Götürür her nehir geniş enginlere;
Vahşi dağların yanına
Nazik vadiler sıralanmış,
Parlamaya başlayan güneş
Sevindiriyor sessiz okyanusta;
Bak! Dünya ile eşleşmiş
Kutsal arzusu göklerin,
Gölgelenmış bulutlardan
Gürlüyor ana göğüsü hayran.
Aşk dalgalanıyor okyanuslarda,
Alay ediyor çölün kuru kumuyla,
Kan kaybediyor zafer sancağında
Atarak vatan için sevinç çığlığı;
Aşk ufalıyor dağı taşı,
Oralara cennetler yaratıyor -
Gülümseyerek geri geliyor masumiyet,
Çiçek açıyor daha kutsal baharlar.
Aşktan kuvvetlenmişiz
Söküyoruz kelepçelerimizi,
Kayboluyor özgür ve büyük ruhlar sarhoş
Yıldızlara doğru yavaş, yavaş!
Unutuyoruz yemin ve öpücükle
Zamanın yavaş akan selini,
Ve ruh yaklaşıyor cürretle
Senin keyfine, ey ebediyet!
Gehn dir im Dämmerlichte,
Wenn in der Sommernacht
Für selige Gesichte
Dein liebend Auge wacht,
Noch oft der Freunde Manen
Und, wie der Sterne Chor,
Die Geister der Titanen
Des Altertums empor,
Wird da, wo sich im Schönen
Das Göttliche verhüllt,
Noch oft das tiefe Sehnen
Der Liebe dir gestillt,
Belohnt des Herzens Mühen
Der Ruhe Vorgefühl,
Und tönt von Melodien
Der Seele Saitenspiel;
So such im stillsten Tale
Den blütenreichsten Hain,
Und gieß aus goldner Schale
Den frohen Opferwein!
Noch lächelt unveraltet
Des Herzens Frühling dir,
Der Gott der Jugend waltet
Noch über dir und mir.
Wie unter Tiburs Bäumen,
Wenn da der Dichter saß,
Und unter Götterträumen
Der Jahre Flucht vergaß,
Wenn ihn die Ulme kühlte,
Und wenn sie stolz und froh
Um Silberblüten spielte,
Die Flut des Anio;
Und wie um Platons Hallen,
Wenn durch der Haine Grün,
Begrüßt von Nachtigallen,
Der Stern der Liebe schien,
Wenn alle Lüfte schliefen,
Und, sanft bewegt vom Schwan,
Cephissus durch Oliven
Und Myrtensträuche rann;
So schön ist's noch hienieden!
Auch unser Herz erfuhr
Das Leben und den Frieden
Der freundlichen Natur;
Noch blüht des Himmels Schöne,
Noch mischen brüderlich
In unsers Herzens Töne
Des Frühlings Laute sich.
Drum such im stillsten Tale
Den düftereichsten Hain,
Und gieß aus goldner Schale
Den frohen Opferwein,
Noch lächelt unveraltet
Das Bild der Erde dir,
Der Gott der Jugend waltet
Noch über dir und mir.
Senin de alaca karanlıkta,
Yaz geceleri,
Mübarek yüzlere,
Dostların ne kadar uyarsada
Gönül gözün uyanıyorsa,
Ortaya yıldızlar korosu misali
Antik çağın titan ruhları
Yerin altından çıkınca,
Güzellikler perdesinin arkasında,
Tanrının gözüktüğü yerde,
Derin aşk özlemin ne kadar giderilsede,
Gönül külfetinin mükafatı
Huzur malum oluyorsa,
Melodiler dile geliyorsa
Ruhunun tellerinde;
En sakin vadide ara
Korunun en çiçeklisini
Dök altın kapla
Kutlu adak şarabını!
Henüz ihtiyarlamamış gülümsüyor sana
Gönlünün ilkbaharı,
Hüküm sürüyor gençlik tanrısı
İkimizin üzerinde hâlâ.
Tivol' deki ağaçların altına
Şairin oturduğu gibi ve
Tanrı rüyalarıyla
Karaağaç onu serinletince
Yılların firarını unuttuğunda ve
Parlak çiçeklere kumar oynayınca
Anio Su Kemerinin seli,
Sevinç içinde ve gururla;
Eflatun' un salonlarını
Bülbüllerin selamladığı gibi
Korunun yeşilliklerinden,
Aşkın yıldızı parlayınca,
Bütün gökler uyuduğunda,
Kuğunun hafifçe kımıldattığı
Cephissus Nehri Zeytinağaçları
Arasından akınca bodur mersin ağaçlarına;
Bu kadar güzel bu dünya!
Bizim gönlümüz de tattı
Dost tabiatın huzurunu ve hayatı;
Hâlâ yeşeriyor göklerin güzelliği
Karışıyor kalbimizin tınısına
Kardeşçe ilkbaharın sesi.
Bu yüzden ara en sakin vadide
Korunun en güzel kokanını
Dök altın kap ile
Kutlu adak şarabını
Henüz yaşlanmamış gülümsüyor
Dünyanın resmi sana,
Gençlik tanrısı hüküm sürüyor,
İkimizin üzerinde hâlâ.
Über allen Gipfeln
Ist Ruh,
In allen Wipfeln
Spürest du
Kaum einen Hauch;
Die Vögelein schweigen im Walde.
Warte nur, balde
Ruhest du auch.
Bütün zirvelerin üzerinde
Sükunet,
Duyulmuyor ağaçların tepesinde
Tek bir nefes;
Küçük kuşlar susuyor ormanda.
Sabret,
Sen de dinleneceksin yakında
Elbet.
Da hatt’ ich einen Kerl zu Gast,
Er war mir eben nicht zur Last;
Ich hatt just mein gewöhnliches Essen.
Hat sich der Kerl pumpsatt gefressen,
Zum Nachtisch, was ich gespeichert hatt.
Und kaum ist mir der Kerl so satt,
Tut ihn der Teufel zum Nachbar führen,
Über mein Essen zu räsonieren:
„Die Supp’ hätt können gewürzter sein,
Der Braten brauner, firner der Wein.“
Der Tausendsakerment!
Schlagt ihn tot, den Hund! Es ist ein Rezensent.
Adamın biri misafirimdi,
Henüz bana bir yük değildi;
Her zamaki yemeğimle
Tıka basa doyurdu kedini,
Tatlı da vardı dünden.
Doyar doymaz karnı,
Dürttü adamı şeytan,
Masa komşusuna başladı
Yemeklerimi eleştirmeye:
"Çorba biraz daha baharatlı,
Etler daha kıtır, şarap ta keşke
Daha iyi olabilseymişti."
Hay Allah senin bin belanı versin!
O bir eleştirmen, vurun ite gebersin.
Kennst du das Land, wo die Zitronen blühn,
Im dunkeln Laub die Goldorangen glühn,
Ein sanfter Wind vom blauen Himmel weht,
Die Myrte still und hoch der Lorbeer steht,
Kennst du es wohl?
Dahin! Dahin
Möcht ich mit dir, o mein Geliebter, ziehn.
Kennst du das Haus? Auf Säulen ruht sein Dach,
Es glänzt der Saal, es schimmert das Gemach,
Und Marmorbilder stehn und sehn mich an:
Was hat man dir, du armes Kind, getan?
Kennst du es wohl?
Dahin! Dahin
Möcht ich mit dir, o mein Beschützer, ziehn.
Kennst du den Berg und seinen Wolkensteg?
Das Maultier sucht im Nebel seinen Weg;
In Höhlen wohnt der Drachen alte Brut;
Es stürzt der Fels und über ihn die Flut,
Kennst du ihn wohl?
Dahin! Dahin
Geht unser Weg! o Vater, lass uns ziehn!
Limon ağaçlarının çiçek açtığı ülkeyi biliyor musun?
Kızarır koyu yapraklar arasında altın portakallar,
Mavi gökten hafif bir rüzgar eser,
Mersin ağaçları sessiz, yüksektir defneler,
Sen de tanıyorsun galiba?
Oralara! Oralara
Gitmek istiyorum, koruyorum seninle!
Çatısı sütünlar üstündeki evi biliyor musun?
Salonu parlıyor, saray odaları parlıyor,
Mermer resimler duruyor ve bana bakıyor:
Zavallı çocuk, neler geldi başına?
Sen de biliyorsun galiba?
Oralara! Oralara
Gitmek istiyorum, koruyucum seninle!
Bulut patikalı dağları biliyor musun?
Sisli havada katır yolunu arar,
Mağralarda eski ejderha soyu yaşar,
Bir kaya düşer, üzerine seller;
Sen de tanıyorsun onu galiba?
Oralara! Oralara
Düşer yolumuz baba; haydi gidelim seninle!
Füllest wieder Busch und Tal
Still mit Nebelglanz,
Lösest endlich auch einmal
Meine Seele ganz;
Breitest über mein Gefild
Lindernd deinen Blick,
Wie des Freundes Auge mild
Über mein Geschick.
Jeden Nachklang fühlt mein Herz
Froh- und trüber Zeit
Wandle zwischen Freud und Schmerz
In der Einsamkeit.
Fließe, fließe, lieber Fluß!
Nimmer werd ich froh,
So verrauschte Scherz und Kuß,
Und die Treue so.
Ich besaß es doch einmal,
Was so köstlich ist!
Daß man doch zu seiner Qual
Nimmer es vergißt!
Rausche, Fluß, das Tal entlang,
Ohne Rast und Ruh,
Rausche, flüstre meinem Sang
Melodien zu,
Wenn du in der Winternacht
Wütend überschwillst,
Oder um die Frühlingspracht
Junger Knospen quillst.
Selig, wer sich vor der Welt
Ohne Haß verschließt,
Einen Freund am Busen hält
Und mit dem genießt,
Was, von Menschen nicht gewußt
Oder nicht bedacht,
Durch das Labyrinth der Brust
Wandelt in der Nacht.
Sis pırıltısı ile dol yine
Sessizce çalıya, vadiye,
Artık benim gönlüme de
Derma ol tamamıyle;
Bak gönül bahçeme
Acıları dindiren göz,
İnsaf eden kaderime
Oluver bana dost.
Gönlüm anar mazideki
Mutlu ve acı günleri,
Dolaş dur tek başına
Sevinç ve kederleri.
Canım nehir hep aksa
Mutlu olabilsem keşke!
Rüzgar gibi geçti şaka
Öpücükler ve sadakat da.
Bir zamanlar benimdi
Tattım bu lezzetleri
İşkence gibi insana
Unutamamak asla!
Coş nehir, vadi boyunca
Huzursuz, verme mola!
Benim şarkılarıma
Melodiler fısılda,
Kış geceleri
Taşarken sen öfkeli,
Çağlarken ya da
Baharın ihtişamı goncalara,
Ne mutlu, hayata
Kinsiz sırt çevirene
Gönül dostuyla
Sefasını sürene,
İnsanların bilmediği
Ya da hesep etmediği,
Gönül labirentinde
Dolaşır geceleri.
Schwarze Milch der Frühe wir trinken sie abends
wir trinken sie mittags und morgens wir trinken sie nachts
wir trinken und trinken
wir schaufeln ein Grab in den Lüften da liegt man nicht eng
Ein Mann wohnt im Haus der spielt mit den Schlangen der schreibt
der schreibt wenn es dunkelt nach Deutschland
dein goldenes Haar Margarete
er schreibt es und tritt vor das Haus und es blitzen die Sterne
er pfeift seine Rüden herbei
er pfeift seine Juden hervor läßt schaufeln ein Grab in der Erde
er befiehlt uns spielt auf nun zum Tanz
Schwarze Milch der Frühe wir trinken dich nachts
wir trinken dich morgens und mittags wir trinken dich abends
wir trinken und trinken
Ein Mann wohnt im Haus der spielt mit den Schlangen der schreibt
der schreibt wenn es dunkelt nach Deutschland
dein goldenes Haar Margarete
Dein aschenes Haar Sulamith
wir schaufeln ein Grab in den Lüften da liegt man nicht eng
Er ruft stecht tiefer ins Erdreich ihr einen ihr andern singet und spielt
er greift nach dem Eisen im Gurt er schwingts seine Augen sind blau
stecht tiefer die Spaten ihr einen ihr anderen spielt weiter zum Tanz auf
Schwarze Milch der Frühe wir trinken dich nachts
wir trinken dich mittags und morgens wir trinken dich abends
wir trinken und trinken
ein Mann wohnt im Haus dein goldenes Haar Margarete
dein aschenes Haar Sulamith er spielt mit den Schlangen
Er ruft spielt süßer den Tod der Tod ist ein Meister aus Deutschland
er ruft streicht dunkler die Geigen dann steigt ihr als Rauch in die Luft
dann habt ihr ein Grab in den Wolken da liegt man nicht eng
Schwarze Milch der Frühe wir trinken dich nachts
wir trinken dich mittags der Tod ist ein Meister aus Deutschland
wir trinken dich abends und morgens wir trinken und trinken
der Tod ist ein Meister aus Deutschland sein Auge ist blau
er trifft dich mit bleierner Kugel er trifft dich genau
ein Mann wohnt im Haus dein goldenes Haar Margarete
er hetzt seine Rüden auf uns er schenkt uns ein Grab in der Luft
er spielt mit den Schlangen und träumet der Tod ist ein Meister aus Deutschland
dein goldenes Haar Margarete
dein aschenes Haar Sulamith
Akşamleyin içiyoruz şafağın kara sütünü
içiyoruz öğlenleyin sabahleyin ve geceleri
içiyoruz da içiyoruz
mezar kazıyoruz gökyüzüne orada yerimiz bol
Bir adam var evde yılanlarla oynuyor ve yazıyor
yazıyor karanlık olunca Almanya' ya
senin altın saçların Margarete
yazıyor ve evden çıkıyor şimşek çakıyor yıldızlar
ıslık çalıyor çağırıyor köpeklerini
ıslık çalıyor salıyor Yahudilerini yere mezar kazdırıyor
emrediyor bize haydi çalın oyun havasını
Akşamleyin içiyoruz şafağın kara sütünü
içiyoruz öğlenleyin ve geceleri
içiyoruz da içiyoruz
bir adam var evde yılanlarla oynuyor
karanlık çökerken Almanya' ya yazıyor
senin altın saçların Margarete
senin kül saçların Sulamith
mezar kazıyoruz gökyüzüne orada yerimiz bol
Daha derin kazın diyor kimine devam edin çalmaya siz de
demirinden tutup sallıyor kemerini gözleri mavi
çalmaya devam edin haydi derin saplayın siz de kürekleri
Akşamleyin içiyoruz şafağın kara sütünü
içiyoruz öğlenleyin sabahleyin ve geceleri
içiyoruz da içiyoruz
bir adam var evde senin altın saçların Margarete
senin kül saçların Sulamith yılanlarla oynuyor
Haykırıyor daha tatlı çalın ölümü ölüm Almanya' dan bir usta
daha acıklı çalın kemanı ki göğe çıksın dumanınız da
mezarınız olsun gökyüzünde orada yer bol
Akşamleyin içiyoruz şafağın kara sütünü
içiyoruz öğlenleyin ölüm Almanyan' dan bir usta
içiyoruz seni akşamları ve sabahları içiyoruz da içiyoruz
ölüm Almanyan' dan bir usta gözü mavi
vurur kurşun ile vurur tam can evinden seni
evde bir adam var senin altın saçların Margarete
köpeklerini salıyor üstümüze göklerde mezar hediye ediyor bize
yılanlarla oynuyor zannediyor ki ölüm Almanya' dan bir usta
senin altın saçların Margarete
senin kül saçların Sulamith
Erst jenseits des Kastanien ist die Welt.
Von dort kommt nachts ein Wind im Wolkenwagen,
und irgendwer steht auf dahier…
Den will ich über die Kastanien tragen:
`Bei mir ist Engelsüß und roter Fingerhut bei mir!
Erst jenseits der Kastanien ist die Welt.‘
Dann zirp ich leise, wie es Heimchen tun
dann halt ich ihn, dann muss er sich verwehren:
ihm legt mein Ruf sich ums Gelenk!
Den Wind hör ich in vielen Nächten wiederkehren:
`Bei mir flammt Ferne, bei dir ist es eng…‘
Dann zirp ich leise, wie es Heimchen tun.
Doch wenn die Nacht auch heut sich nicht erhellt,
und wiederkommt der Wind im Wolkenwagen:
‘Bei mir ist Engelsüß und roter Fingerhut bei mit!’
Und will ihn über die Kastanien tragen –
dann halt, dann halt ich ihn nicht hier.. .
Erst jenseits der Kastanien ist die Welt
Kestane ağaçlarının ötesindedir dünya.
Oradan geceleri, bir rüzgar gelir bulut arabasıyla
Ve biri beklemektedir onu buralarda.
Taşımak ister onu, kestane ağaçlarının ötesine:
"Bendedir melek güzelliği, kızıl yüksük bende!
Kestane ağaçlarının ötesindedir dünya... "
Sonra cırlarım ağustos böceği gibi sesssizce,
Tutarım onu sonra, kendini savunsun diye:
Haykırışım takılır onun eklemine!
Duyarım rüzgarın geri dönüşünü çoğu gece:
"Bende gurbet alevlenir, darlık sende..."
Sonra cırlarım ağustos böceği gibi sesssizce.
Eğer bugün de aydınlatmazsa kendini gece
Rüzgar, bulut arabası içinde tekrar gelirse:
" Bendedir melek güzelliği, kızıl yüksük bende! "
Ve taşımak istese onu, kestane ağaçlarının ötesine-
Tutmam o zaman, tutmam onu buralarda...
Kestane ağaçlarının ötesindedir dünya.
Dort der Galgen, hier die Stricke
Und des Henkers roter Bart,
Volk herum und giftge Blicke-
Nichts ist neu dran meiner Art!
Kenne dies aus hundert Gängen,
Schrei’s euch lachend ins Gesicht:
“Unnütz, unnütz, mich zu hängen!
Sterben? Sterben kann ich nicht!”
Bettler ihr! Denn euch zum Neide
Ward mir, was ihr- nie erwerbt:
Zwar ich leide, zwar ich leide-
Aber ihr- ihr sterbt, ihr sterbt!
Auch nach hundert Todesgängen
Bin ich Atem, Dunst und Licht-
“Unnütz, unnütz, mich zu hängen!
Sterben? Sterben kann ich nicht!”
Also klang in Spanien's Ferne
mir das Lied zum Klapperblech -
düster blickte die Laterne,
hell der Sänger, froh und frech.
Wie ich horchend in die Tiefe
meiner tiefsten Wasser sank,
dünkte mich's, ich schliefe, schliefe,
ewig heil und ewig krank.
İşte dar ağacı, burada urganı
Celladın kızıl saçları
Etraf kalabalık ve bakışlar zehirli-
Benim cinsim hep aynı!
Yüz kere gittim bu yolu ben,
Haykırıyorum gülerek suratınıza:
" Boşuna, beni asmak boşuna!
Ölmek mi? Ölümsüzüm ben! "
Hasetinizim ben sizin, dilenciler sizi
Asla edinemeyeceğiniz hasetinizim çünkü:
Acı çekiyorum, acı çekiyorum gerçi-
Ama siz- siz ölüyorsunuz, ölüyorsunuz ki!
Yüz kere gitsem de ölüme
Nefesim! Buhar ve ışıkım ben-
" Boşuna, beni asmak boşuna!
Ölmek mi? Ölümsüzüm ben! "
Bu yüzden İspanya' dan seslendi
bana kastanyetin şarkısı-
loş baktı sokak lambası,
parlak sokak şarkıcısı, yaramaz ve neşeli.
Şarkıyı dinleyerek düşerken derine
düşerken en derin sularımın dibine,
uyuyordum, uyuyordum galiba,
ben ölümsüz sağ ve ölümsüz hasta.
Noch einmal, eh ich weiterziehe
Und meine Blicke vorwärts sende,
Heb' ich vereinsamt meine Hände
Zu dir empor, zu dem ich fliehe,
Dem ich in tiefster Herzenstiefe
Altäre feierlich geweiht,
Daß allezeit
Mich deine Stimme wieder riefe.
Darauf erglüht tiefeingeschrieben
Das Wort: dem unbekannten Gotte.
Sein bin ich, ob ich in der Frevler Rotte
Auch bis zur Stunde bin geblieben:
Sein bin ich - und ich fühl' die Schlingen,
Die mich im Kampf darniederziehn
Und, mag ich fliehn,
Mich doch zu seinem Dienste zwingen.
Ich will dich kennen, Unbekannter,
Du tief in meine Seele Greifender,
Mein Leben wie ein Sturm Durchschweifender,
Du Unfaßbarer, mir Verwandter!
Ich will dich kennen, selbst dir dienen.
Devam etmeden önce yoluma
Bakışlarımı yollamadan ileri,
Bir kez daha yalnız kalan ellerimi
Kaldırıyorum yukarı, kaçtığım sana,
Kalbimin en derin derinliklerinde
Sunaklar kutsadım merasimle,
Her zaman sesini tekrar edeyim diye.
Derin harflerle kazılı yukarısında
Ateş gibi parlıyor: "Bilinmeyen Tanrıya".
Ona aitim ben! Günahkar güruha
Bu zamana kadar dahil olsam da:
Ona aitim ben! Eğer savaşta bana
Hissedersem diz çöktüren zincirleri ve
Kaçmak istersem de,
Zorlardım kendimi ona hizmete yine.
Seni tanımak istiyorum, yabancı,
Sen ruhumun derinliklerine el atan,
Bir fırtına gibi hayatımı dolaşan,
Sen akıl almaz, bana akraba!
Tanımak istiyor, hizmet etmek istiyorum sana.
Welt ist weit und die Wege von Land zu Land,
und der Orte sind viele, ich habe alle gekannt,
ich habe von allen Türmen Städte gesehen,
die Menschen, die kommen werden und die schon gehen.
Weit waren die Felder von Sonne und Schnee,
zwischen Schienen und Straßen, zwischen Berg und See.
Und der Mund der Welt war weit und voll Stimmen an meinem Ohr
und schrieb, noch des Nachts, die Gesänge der Vielfalt vor.
Den Wein aus fünf Bechern trank ich in einem Zuge aus,
mein nasses Haar trocknen vier Winde in ihrem wechselnden Haus.
Die Fahrt ist zu Ende,
doch ich bin mit nichts zu Ende gekommen,
jeder Ort hat ein Stück von meinem Lieben genommen,
jedes Licht hat mir ein Aug verbrannt,
in jedem Schatten zerriß mein Gewand.
Die Fahrt ist zu Ende.
Noch bin ich mit jeder Ferne verkettet,
doch kein Vogel hat mich über die Grenzen gerettet,
kein Wasser, das in die Mündung zieht,
treibt mein Gesicht, das nach unten sieht,
treibt meinen Schlaf, der nicht wandern will ...
Ich weiß die Welt näher und still.
Hinter der Welt wird ein Baum stehen
Mit Blättern aus Wolken und einer Krone aus Blau.
In seine Rinde aus rotem Sonnenband
Schneidet der Wind unser Herz
und kühlt es mit Tau.
Hinter der Welt wird ein Baum stehen,
eine Frucht in den Wipfeln,
mit einer Schale aus Gold,
Laß uns hinübersehen,
wenn sie im Herbst der Zeit
in Gottes Hände rollt!
Dünya kocaman, ülkeden ülkeye giden yollar ve
Bir sürü yerler var, hepsini tanıdım ben,
Şehirler gördüm dünyanın bütün kulelerinden
İnsanlar gördüm, gidenleri ve gelecek olanları.
Raylardan sokaklara, dağdan denize
Kocamandı güneşli ve karlı tarlalar.
Bir sürü sesle doldu kulaklarıma, dünyanın ağzı kocaman
Emir yazdı geceleğin bile çok sesliliğin şarkılarını.
Şarabı beş kadehle bir seferde bitirdim ben,
Sırayla evlerinde kurutuyor ıslak saçlarımı dört rüzgar.
Yolculuk sona erdi.
Ama benim hiç bir işim bitmedi
Her yer sevdiklerimden bir parça aldı,
Yaktı her ışık bir gözümü,
Pelerinim yırtıldı her gölgede.
Yolculuk sona erdi.
Zincirliyim hâlâ her uzağa,
Hiç bir kuş kurtarmadı ama
Beni sınırların ötesine,
Suyun dibine bakan suratımı,
Gezmek istemeyen uykumu
Götürmedi hiç bir akarsu döküldüğü yerlere...
Biliyorum ki dünya yakın ve sessiz bana.
Bir ağaç olacak dünyanın arkasında
Yaprakları bulutlardan, tepesi mavi.
Kırmızı güneş kurdelesi kabuklarına
Rüzgar çiziyor kalplerimizi
Ve soğutuyor çiy ile.
Bir ağaç olacak dünyanın arkasında,
Tepesinde altın kabuklu bir meyve,
Haydi gidip bakalım öteye,
Yuvarlanırken zamanın sonbaharında
Tanrının avuçlarına!
Es kommen härtere Tage.
Die auf Widerruf gestundete Zeit
wird sichtbar am Horizont.
Bald mußt du den Schuh schnüren
und die Hunde zurückjagen in die Marschhöfe.
Denn die Eingeweide der Fische
sind kalt geworden im Wind.
Ärmlich brennt das Licht der Lupinen.
Dein Blick spurt im Nebel:
die auf Widerruf gestundete Zeit
wird sichtbar am Horizont.
Drüben versinkt dir die Geliebte im Sand,
er steigt um ihr wehendes Haar,
er fällt ihr ins Wort,
er befiehlt ihr zu schweigen,
er findet sie sterblich
und willig dem Abschied
nach jeder Umarmung.
Sieh dich nicht um.
Schnür deinen Schuh.
Jag die Hunde zurück.
Wirf die Fische ins Meer.
Lösch die Lupinen!
Es kommen härtere Tage.
Daha kötü günler kapıda.
İptal için ertelenen süre
Başladı ufukta gözükmeye.
Pabuçlarını bağlayacaksın yakında
Köpekleri kovacaksın talim avlusuna.
Balıkların içi soğudu çünkü rüzgarda
Acı baklaların ışığı cılız yanmakta.
İz sürüyor bakışların sisli havada:
İptal için ertelenen süre
Başladı ufukta gözükmeye.
Sevgilin kuma batıyor diğer tarafta,
Kadının uçuşan saçına basıyor adam,
Adam kadının lafını kesiyor,
Kadına susmasını emrediyor,
Kadını ölümcül buluyor adam
Ve her kucaklaşmadan sonra
Adam razı ayrılığa.
Etrafına bakınma.
Pabuçunu bağla.
Kovala köpekleri.
Denize at balıkları!
Daha kötü günler kapıda.
Wenn der lahme Weber träumt, er webe
Träumt die kranke Lerche auch, sie schwebe
Träumt die stumme Nachtigall, sie singe
Daß das Herz des Widerhalls zerspringe
Träumt das blinde Huhn, es zähl’ die Kerne
Und der drei je zählte kaum, die Sterne
Träumt das starre Erz, gar linde tau’ es
Und das Eisenherz, ein Kind vertrau’ es
Träumt die taube Nüchternheit, sie lausche
Wie der Traube Schüchternheit berausche;
Kömmt dann Wahrheit mutternackt gelaufen
Führt der hellen Töne Glanzgefunkel
Und der grellen Lichter Tanz durchs Dunkel
Rennt den Traum sie schmerzlich übern Haufen
Horch! die Fackel lacht, horch! Schmerz-Schalmeien
Der erwachten Nacht ins Herz all schreien;
Weh, ohn’ Opfer gehn die süßen Wunder
Gehn die armen Herzen einsam unter!
Eğer felçli dokumacı, dokuyorum rüyası görürse
Hasta tarla kuşu da süzldüğünü görür gökte
Rüyasında dilsiz bülbül şakıdığını
Yankısının bir kalbi parçaladığını
Kör tavuk rüyasında darıları saydığını
Ve dün üçe kadar sayamayan, yıldızları saydığını
Donmuş cevher, sıcak ıhlamurdan eridiğini
Ve taş kalp, bir çocuğun ona inandığını
Sağır itidal, şarabın utangaçlığı
Nasıl sarhoş edişini dinlediğini;
Gerçek anadan üryan çıka geldiğinde
Götürür açık renkleri pırıltılara
Ve karanlık içindeki cıyak ışık dansına
Ezip geçer acıtarak rüyaları
Dinle bak gülüyor alev dinle! Acı çığlıkları
Bağırıyor hepsi uyanan gecenin kalbine;
Hele kurban almadan giderse tatlı mucizeler
Yapayalnız zavallı kalpler yok olup gider.
soll der geier vergißmeinnicht fressen ?
was verlangt ihr vom schakal,
daß er sich häute, vom wolf ? soll
er sich selber ziehen die zähne ?
was gefällt euch nicht
an politruks und päpsten,
was guckt ihr blöd aus der wäsche
auf den verlogenen bildschirm ?
wer näht dem general den blutstreif an seine hose ? wer
zerlegt vor dem wucherer den kapaun ?
wer hängt sich stolz das blechkreuz
vor den knurrenden nabel ? wer
nimmt das trinkgeld, den silberling,
den schweigepfennig ? es gibt
viel bestohlene, wenig diebe; wer
steckt die abzeichen an, wer
lechzt nach der lüge ?
seht in den spiegel: feig,
scheuend die mühsal der wahrheit,
dem lernen abgeneigt, das denken
überantwortend den wölfen,
der nasenring euer teuerster schmuck,
keine täuschung zu dumm, kein trost
zu billig, jede erpressung
ist für euch noch zu milde.
ihr lämmer, schwestern sind,
mit euch verglichen, die krähen:
ihr blendet einer den andern.
brüderlichkeit herrscht
unter den wölfen:
sie gehen in rudeln.
gelobt sein die räuber: ihr,
einladend zur vergewaltigung,
werft euch aufs faule bett
des gehorsams, winselnd noch
lügt ihr, zerrissen
wollt ihr werden, ihr
ändert die welt nicht.
ne yani unutma beni çiçeği mi yesin akbaba ?
çakaldan ne istiyorsunuz ki,
derisini atıp kurt mu olsun ?
kendi dişlerini mi söksün ?
nesini beğenmezsiniz ki
politik öğretmenlerin ve papaların,
ne bakıyorsunuz öyle aptal aptal
yalancı televizyon ekranlarına ?
kim örüyor generalin pantolonundaki kırmızı çizgiyi ?
kim söküyor kantarın topuzunu?
kim asıyor övünerek teneke hacı
guruldayan göbeğinin üstüne ?
kim alıyor bahşişi, ak akçeyi,
sus parasını ? soyulan çok, hırsız az;
kim takıyor rozetleri kendine,
kim yanıp tutuşuyor yalan için ?
aynaya bakın : korkaksınız,
gerçeğin zahmetinden sakınıyorsunuz,
öğrenmeyi sevmiyor, düşünmeyi kurtlara havale etmişsiniz,
burnunuzdaki halka en pahalı mücevheriniz,
hiç bir aptal hile, hiç bir ucuz teselli yetmez,
her türlü şantaj sizin için az.
koyunlar sizi, sizin yanınızda kargalar
bir birlerine kız kardeş sayılır:
siz bir birinizin gözünü bağlıyorsunuz.
kardeşlik kurtlar arasında vardır:
sürü halinde gezer çünkü onlar.
yaşasın haydutlar: siz,
tecavüze davet, atıyorsunuz
kendinizi itaatkarlığın tembel yatağına,
inleyerek yalan söylüyorsunuz hâlâ,
yırtılmak istiyorsunuz siz,
sizler dünyayı değiştiremezsiniz.